haberciburda
  Fuzuli
 

Fuzuli hayatı ve şiirleri (1480-1556)

 

Gerçek adı Mehmed b. Süleyman'dır. Kerbelâ'da doğdu, doğum yılı kesinlikle bilinmiyorsa da, kimi kaynaklara göre 1480 dolaylarındadır. 1556'da Kerbelâ'da öldü.  Yaşamı , özellikle gençlik dönemi ve öğrenimi konusunda yeterli bilgi yoktur. Şiirde 'Fuzûlî' adını, kendi şiirlerinin başkalarınınkilerle, başkalarının şiirlerinin de kendisininkilerle karşılaştırılması için aldığını, böyle bir takma adı kimsenin beğenmeyeceğini düşündüğünden kullandığını, Farsça Divan'ının girişinde açıklar. Ama 'işe yaramayan', 'gereksiz' gibi anlamlara gelen 'fuzûlî' sözcüğünün başka bir anlamı da 'erdem'dir. Onun bu iki kaşıt anlamdan yararlanmak amacını güttüğünü ileri sürenler de vardır. 

Fuzûlî'nin yaşamı konusunda bilgi veren kaynaklar birbirini tutmamakta, genellikle söylenceyle gerçeği ayırma olanağı bulunmamaktadır. Onunla ilgili güvenilir bilgiler, yapıtlarının incelenmesinden, kimi şiirlerinin açıklanışından kaynaklanmaktadır. Bunlardan anlaşıldığına göre Fuzûlî iyi bir öğrenim görmüş, özellikle İslam bilimleri, tasavvuf, İran edebiyatı konularında çalışmalar yapmıştır. Şiirlerinde görülen kavramlardan simya, gökbilim konularıyla ilgilendiği, İslam ülkelerinde pek yaygın olan ve gelecekteki olayları bildirmeyi amaçlayan 'gizli bilimler'le ilişkili bulunduğu anlaşılmaktadır. İslam bilimleri içinde hadis, fıkıh, tefsir ve kelam üzerinde durduğu, gene yapıtlarında yer alan kavramların incelenmesinden ortaya çıkmaktadır. Türkçe, Arapça, Farsça divanlarında bulunan şiirleri, bu üç dili de çok iyi kullandığını, onların bütün inceliklerini kavradığını göstermektedir. Yapıtları incelendiğinde İran şairlerinden Hâfız, Türk şairlerinden de Nesîmî, Nevâî ve Necati'yi izlediği, onların şiir anlayışını, duygu ve düşüncelerini benimsediği görülür. 

İnanç bakımından Fuzûlî, Şii mezhebine bağlıdır. On iki İmam'a karşı derin bir sevgisi vardır. Bütün yaşamını Kebelâ'da, Şiiler'ce kutsal sayılan topraklar üzerinde geçirmesi, aşağı yukarı bütün şiirlerinde tasavvuftan kaynaklanan bir sevgiyi, bir üzüntüyü işlemesi, Kerbelâ olayıyla ilgili ağıtları, Şeriat'ın katılığına karşı çıkışı bu nedenlerdir. Ancak Ali'ye bağlılığı, Ali'nin tanrısal bir varlık olduğu görüşünü savunan ve İslam ülkelerinde Galiye (aşırılık) diye nitelenen inançla ilgili değildir. Ona göre Ali erdemli, gönül bilgisiyle dolu, olgun, yetkin bir kişidir ve Peygamber'den sonra imam (halife) olması gereken kimsedir. Bu görüşü benimsemeye, İslam ülkelerinde, mufaddıla (erdeme bağlı olma) denir. Fuzûlî de bu erdemden yana olanlar arasındadır. Ona göre Ali erdem bakımından, bütün halifelerden ve Peygamber'in yakınlarından (sahabe) üstündür. Bu konudaki inancını Hadîkatü's-Süedâ ('Mutluların Bahçesi') adlı yapıtında bütün açıklığıyla ortaya koymuştur. Türkçe ve Farsça divanlarında Ali ve onun soyundan gelen imamlara bağlılığını konu edinen birçok şiir vardır. Bir aralık Bağdat'ı ele geçiren İsmail Safevi'ye yazdığı övgünün kaynağı da bu sevgidir. 

Fuzûlî'nin, geçimini Kerbelâ, Necef ve Bağdat'ta bulunan On İki İmam'la ilgili vakıfların gelirlerinden sağladığı Farsça Divan'ındaki 'Dürr-i sadef-i sıdk cenâb-ı mütevelli' (Doğruluk sedefinin incisi yüce görevli) dizesiyle başlayan şiirden anlaşılmaktadır. Fuzûlî, yaşadığı dönemin geleneğine uyarak, Bağdat'ı ele geçiren Osmanlı padişahı Kanuni Süleyman'a ve Rüstem Paşa, Mehmed Paşa, İbrahim Bey, Cafer Bey gibi devlet büyüklerine övgüler yazmıştır. 

Fuzûlî'nin bütün yaratıcı gücü, yaşam ve evren anlayışını, insanla ilgili düşüncelerini sergilediği şiirlerinde görülür. Ona göre şiirin özünü sevgi, temelini bilim oluşturur. 'Bilimsiz şiir temelsiz duvar gibidir, temelsiz duvar da değersizdir' anlayışından yola çıkarak sevgiyi evrenin özünü kuran bir öğe diye anlar, bu nedenle 'evrende ne varsa sevgidir, sevgi dışında kalan bilim bir dedikodudur' yargısına varır. Sevginin yanında, şiirin örgüsünü bütünlüğe kavuşturan ikinci öğe üzüntüdür, sevgiliye kavuşma özleminden, ondan ayrı kalıştan kaynaklanan üzüntü. Üzüntünün, ayrılık acısının, kavuşma özleminin odaklaştığı başlıca yapıtı Leylâ ile Mecnun'dur. Burada seven insan, bütün varlığıyla kendini sevdiği kimseye adamıştır, ancak sevilen kimsede yoğunlaşan sevgi tanrısal varlığı erek edinmiş derin bir özlem niteliğindedir. 

Sevilen insan bir araç, onun varlığında görünüş alanına çıkan Tanrı, tek erektir. Fuzûlî, bu konuda Yeni-Platonculuk'tan beslenen tasavvufun insan-tanrı anlayışına bağlı kalarak, varlık birliği görüşünü işlemiştir. Ona göre gerçek varlık Tanrı'dır, bütün nesneler ve onları kuşatan evren Tanrı'nın bir görünüş alanıdır. Bu nedenle yaratılış, tanrısal varlığın görünüş alanına çıkışı, bir ışık (nûr) olan 'Tanrı özü'nden dışa taşmasıdır (sudûr): 'Zihî zâtın nihân u ol nihandan mâsivâ peydâ' (Senin özün gizlidir, bu görünen evren o gizli özünden ver olmuştur) . 

Fuzûlî'nin anlayışına göre insan 'seven bir varlık'tır, bu sevgi Tanrı ile insan arasındaki bağın özünü oluşturur, ayrı insanın Tanrı'ya yaklaşmasını sağlar. Bu nedenle de yalnız insan sevebilir. Varlık türlerinin en yetkini, en olgunu olan insan Tanrı'nın gören gözü, konuşan dili, duyan kulağıdır. İnsanda Tanrı istenci dışında bir eylemi gerçekleştirme olanağı yoktur. İnsan biri gövde, öteki ruh olmak üzere iki ayrı özden kurulu bir varlıktır. Gövdenin toprak, yel (hava) , od (ateş) ve su gibi dört oluşturucu öğesi vardır. Ruh ise tanrısaldır, gövdede, gene Tanrı buyruğuyla bir süre kaldıktan sonra, kaynağına, tanrısal evrene dönecektir, bu nedenle ölümsüzdür. İnsanın yeryüzünde yaşadığı sürece ruhunun kutsallığına yaraşır biçimde davranması, doğruluk, iyilik, erdem, güzellik gibi değerlerden ayrılmaması, özünü bilgiyle süslemesi gerekir. 

Fuzûlî, 'maarif' adını verdiği gönül bilgisini kişinin özünü ışıklandırması için bir kaynak diye yorumlar, 'ey güzel zâtın maârif birle tezyîn edegör' dizesiyle bu konudaki görüşünü açıklar. Onun ahlakla ilgili görüşlerinin temelini kuran doğruluk, iyilik ve erdem gibi üç öğedir. Bu üç öğenin karşıtı baskı (zulm) , ikiyüzlülük (riyâ) ve bilgisizliktir (cehl) . 'Selâm verdim rüşvet değildir deyu almadılar' diye başlayan Şikayet-nâme'sinde çağının yolsuzluklarını, ahlaka, İslam dininin özüne aykırı davranışları sergilenirken, Türkçe Divan'ında da 'zalimin zulm ile akçe toplayıp yardım edermiş gibi başkalarına dağıttığını, oysa cennete rüşvetle girilmeyeceği' anlamındaki dizelere geniş yer verir. Ona göre bu yeryüzü bir alışveriş yeridir, herkes elindekini ortaya döker. Bilgiyi seven erdem ve beceriyi, dünyayı seven de altını, gümüşü sergiler: 

Dehr bir bâzârdır her kim metâın arz eder 
Ehl-i dünya sîm ü zer ehl-i hüner fazl u kemal 

Fuzûlî, inanç konusunda da erdemin, doğruluğun, Kuran'ın özüne bağlı kalmanın gereğini savunur. Ona göre oruç, namaz, zekât gibi görevler gösteriş için değil, kişinin özünü kötülükten arındırmak, olgunlaştırmak içindir. Oysa içinde yaşanan çağın insanı İslam dininin temel ilkelerini bir çıkar aracı olarak kullanmakta, gerçeğinden uzaklaştırmaktadır. Bu nedenle İslam'ın özünden ayrılmak istemeyen bir kimsenin uygulaması gereken yöntem 'namaz ehline uyma, onlar ile durma oturma' biçiminde özetlenebilir. 

Fuzûlî'nin dili Azeri söyleyişidir, özellikle Nevâî ve Nesîmî'yi anımsatan bir nitelik taşır. Şiirde uyumu sağlayan öğe genellikle, sözcükler arasında ses benzerliğinden kaynaklanır. Aruz ölçüsüne uymayan Türkçe sözcüklerde görülen uzatma ve kısaltmalar Arapça ve Farsça sözcüklerle uyum içine girer. Dilde biri ses uyumu, öteki anlam olmak üzere iki temel öğe dizeler arasında, ses uyumuna dayanan bağlantıdır. Farsça'nın şiire daha yatkın bir dil olduğunu, Türkçe şiir söylemenin güçlüğünü ileri sürmesine karşılık, Türkçe şiirlerinde daha çok başarılı olmuştur. Hadikatü's-Süedâ adlı yapıtında şiir söylemeye pek elverişle olmayan Türkçe'yi başarıyla kullanacağını, bu dili güçlü, elverişli bir şiir durumuna getireceğini ileri süren Fuzûlî'de halk dilinde geçen sözcükler, deyimler, atasözleri önemli bir yer tutar. Kimi şiirlerinde Kuran ve Hadisler'den alıntılarla dizenin anlamı güçlendirilir. 

Divan şiirinin bütün ölçülerini, biçimlerini kullanan Fuzûlî'nin yaratıcı gücü, düşünce derinliği, söyleyiş akıcılığı daha çok gazellerinde görülür. Kerbelâ olayıyla ilgili şiirlerinde üzüntüyü çok geniş boyutlar içinde ele alarak şiirinin bütününe yayar, inanan, seven insanı bir 'acı çeken varlık' olarak gösterir. Bu tür şiirlerinde sevgi ve aşk birbirini bütünleyen iki öğe niteliğine bürünür. Leylâ ile Mecnun adlı yapıtında işlenen derin özlem, ayrılıktan duyulan acı ağıt özelliği taşıyan şiirlerinde ölüm karşısında duyulan derin sarsıntıya dönüşür. 

Şiir, Fuzûlî için, düşünceleri, duyguları ortaya koymaya, insanı anlatmaya, kimi sorunları sergilemeye yarayan bir yaratıdır. Şiir, yalnız şiir olsun diye söylenmez, bir varlık görüşünü dile getirmeyi amaçlar. Şiiri oluşturan özlü ve anlamlı sözdür, söz ile kişi kendini ortaya koyar. Öte yandan söz bir yaratma öğesidir: 'Bû ne sırdır kim eder her lahza yoktan vâr söz'. Söz, onu söyleyenle bağlantılıdır, onun bulunduğu bilgi ve duygu aşamasını, değer basamağını gösterir. 

Artıran söz kadrini sıdk ile kadrin artırır 
Kim ne mikdâr olsa ehlin eyler ol mikdâr söz 

Dizelerinde sergilenen düşünceye göre sözün değerini artıran kendi değerini artırır, kişinin kendi neyse söylediği sözle açığa vurduğu da odur. Söz kişinin aynasıdır. 

Fuzûlî, kendinden sonra gelen Türk Divan şairleri arasında Bâkî, Ruhî, Nâilâ, Neşâti, Nedim ve Şeyh Galib gibi sevgiyi şiirlerinin odağı durumuna getiren şairleri etkilemiştir. Öte yandan kimi Alevi ozanlarca da bir 'inanç ulusu' olarak benimsenmiş, saygı görmüştür.

 

Şiirleri

YAKARIŞ... 
Ya Rab hemişe lutfunu kıl reh-nüma bana 
Gösterme ol tariki ki yetmez sana bana 

Kat' eyle aşinalığım andan ki gayrdır 
Ancak öz aşinaların et aşina bana 

Bir yerde sabit et kadem-i i'tibarımı 
Ancak öz aşinaların et aşina bana 

Yok bende bir amel sana şayeste ah eğer 
A'malime göre vere adlin ceza bana 

Havf ü hatada muztaribim var ümid kim 
Lutfun vere beşaret-i afv-i ata bana 

Ben bilmezem bana gereğin sen Hakim'sin 
Men' eyle verme her ne gerekmez sana bana 

Habs-i hevada koyma Fuzuli-sıfat esir 
Ya Rab hidayet eyle tarik-i fena bana 


GAZELİN AÇIKLAMASI 
Tanrım! Lütfunu rehber kıl daima bana ve sakın sana ulaşmayan yolu bana gösterme! 
Senden başka her şeyden dostluğumu kes benim; yalnızca kendi sevdiklerini sevdir bana! (Yalnız sana dost olan kişileri benim için dost kıl, sana dost olmayanlardan yolumu ayır.) 
İtibar ayağımı öyle bir yerde sabitle ki, orada yalnızca dinin yol göstericisine (Hz. Muhammed'e) uyulsun, sadece onun yolundan gidilsin. 
Yazık ki sana layık bir amelim yok benim. Eğer adaletin beni amelime göre cezalandıracak olursa benim vay halime!.. 
Hata ve buna bağlı korkular içinde kıvranıp duruyorum. Umarım, lütfun bana hatalarımın bağışlandığı müjdesini verir (yoksa halim haraptır.) 
Ben bana tam olarak neyin gerektiğini bilemem.Hakim (her şeyi bilen Allah) sensin; bana gerekmeyeni bana verme! 
Beni Fuzuli gibi heva (hevesler, istekler, ihtiraslar veya dünya ilgileri) 
içinde hapis bırakma! Tanrım! Bana fena (Senin aşkında yok olma) yolunda kurtuluş nasip eyle (veya bu kötü gidişime bir hidayet nasip et!) 


______

Bu ödevi İnönü Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türkçe Öğretmenliği ikinci sınıfta okuyan öğrenciler yapmıştır. 



OK BEDENDEN ÇIKINCA... 

Benim tek hiç kim zar ü perişan olmasın ya Rab 
Esir-i derd-i aşk u dağ-i hicran olmasın ya Rab 

Dem-a-dem cevrlerdir çekdiğim bi-rahm bütlerden 
Bu kafirler esiri bir müselman olmasın ya Rab 

Görüb endişe-i katlimde ol mahı budur derdim 
Ki bu endişeden ol meh peşiman olmasın ya Rab 

Çıharmak itseler tenden çeküb peykanı ol servin 
Çıhan olsun dil-i mecruh peykan olmasın ya Rab 

Cefa ü cevr ile mu 'tadım anlarsız n'olur halim 
Cefasına had ü cevrine payan olmasın ya Rab 

Demen kim adli yok ya zulmü çok her hal ile olsa 
Gönül tahtına andan gayrı sultan olmasın ya Rab 

Fuzuli buldu genc-i afiyet mey-hane küncünde 
Mübarek mülkdür ol mülk viran olmasın ya Rab 


GAZELİN AÇIKLAMASI 

Kimseye verme ağlayıp inlemeyi benden gayrı; kimse perişan olmasın, aman!.. Allahım! Yani aşk derdine tutsak etme hiç kimseyi ve ayrılık yarasıyla başbaşa bırakma Tanrım! 
Eziyet ve cefa görmekteyim merhametsiz güzellerden daima. Tanrım! Bir Müslüman'ı bu kafirlere tutsak etma aman! (Yoksa onu dinden imandan çıkarırlar.) 
Beni öldürmeyi tasarladığını gördüm o ay yüzlünün. Tasam şu ki Tanrım! o ay yüzlü bu düşünceden caymasın. (ve beni öldürecek süzgün bakışı benden esirgemesin!) 
Servi boylu sevgilinin gamze okudur bağrımdaki. Ve bana acıyan dostlarım onu çıkarma sevdasındadır... Yalvarırım Tanrım; çıkan yaralı gönlüm olsun da bağrımdaki ok olmasın tek!.. (Zira ben onu, nice zamandır, sevgiliden mukaddes bir armağan diye saklıyorum yüregimde.) 
Eziyet ve sıkıntısı ile sevgilinin, can ciğer oldum. Nasıl yaşarım artık onlar olmadan Tanrım! Umarım bundan böyle cefası sınırsız, eziyeti sonsuz olur!.. 
''Adaleti yok; üstelik zulmü çokmuş!.. '' Asla söylemem ben bunları!.. Her nasıl olursa olsun, yeter ki gönül tahtımda ondan başka bir sultan olmasın ya Rab!.. 
(Nice yatırlar, tekkeler dolaşmıştı aşk derdine şifalar arayarak) Fuzuli. 
Meyhane köşesinde buldu sonunda esenlik ve zindelik hazinesini. Ne mübarek yerdir orası Tanrım, inşallah viran olmaz!.. 


HASRET...HASRET 

Gönlüm açılır zülf-i perişanını görgeç 
Nutkum tutulur gonce-i handanını görgeç 

Ra'nalık ile kamet-i şimşadı kılan yad 
Olmaz mı hacil serv-i hıramanını görgeç 

Çok aşka heves edeni gördüm ki hevasın 
Terk etti senin aşık-ı nalanını görgeç 

Naziklik ile gonce-i handanı eden zikr 
Etmez mi haya la'l-i dür-efşanını görgeç 

Sen hal-i dilin söylemesen n'ola Fuzuli 
El fehm kılar çak-i giribanını görgeç 

GAZELİN AÇILAMASI 
Gönlümü açar saçlarını dağılıp saçılması, nutkumu kapatır gonca (açılmamış gül gibi dudak) nın açılması. Konuşamaz olurum, dilim tutulur. 
Hasretle baktıkça sana, kanlı yaşlar dökülür gözlerimden. Kirpik oklarını gördükçe, delinir bağrım ta derinden... 
Çoklarını gördüm, aşka heves eden... İnleyen aşığını görünce senin, bu hevesi tek edip gittiler... 
Cehenneme inanmayan bir kafir bile ayrılığının ateşini görünce inanası gelir cehennem ateşine... 
Saklasan gönlündeki aşkı bir sır gibi, söylemesen ne çıkar a Fuzuli; görenler anlamaz mı sanırsın yakanın yırtığından acınası halini... 



SEVGİLİNİN HÜZÜNLER KULÜBESINDE... 

Ah eylediğim serv-i hıramanın içindir 
Kan ağladığım gonca-i handanın içindir 

Sergeşteliğim kakul-i müşginin ucundan 
Aşufteliğim zülf-i perişanın içindir 

Bimar tenim nergis-i mestin eleminden 
Hunin ciğerim la'l-i dür-efşanın içindir 

Yaktım tenimi vasl günü şem teg amma 
Bil kim bu tedarik şeb-i hicranın içindir 

Kurtarmağa yağma-yı gamından dil ü canı 
Sa'yim nazar-ı nergis-i fettanın içindir 

Can ver gönül ol gamzeye kim bunca zamandır 
Can içre seni sakladığım anın içindir 

Vaiz bize dün düzahı vasfetti Fuzuli 
Ol vasf senin külbe-i ahzanın içindir 

GAZELİN AÇIKLAMASI 
Salınan servi endamın içindir ah edişim; kan ağlayışım ise gülen dudağının hasretinden... 
Başımın dönmesi, misk kokulu kaküllerinden; düşkünlüğüm ise, dağınık saçlarını hatırlamaktan... 
Baygın bakışlarını düşünmekten melankolilerde bedenim inci sözler saçan (arasından inci dişlerinin parıltısı saçılan) dudağındır ciğerimi kanla dolduran... 
Yaktım tenimi kavuşma gününde mum gibi, amma... Bil ki bu hazırlık ayrılığının kara günleri içindir. 
Aşk derdinin yağmasından gönlümü ve canımı kurtarmaya çalışmam asla; amacım çapkın gözünün dikkatini çekebilmek içindir. 
Ey gönlüm! Ver canını sevgilin bir süzgün bakışına; bunun içindir çünkü seni bunca zaman canla başla beslediğim... 
Ey Fuzuli! Nasihatçi cehennemin özelliklerini sayıp döktün bize. Anladım ki anlattıkları hep senin hüzün evine dair şeylermiş, senin ayrılık acılarını çektiğm hüzün yurduymuş meğer cehennem!.. 


EL ÇEK İLACIMDAN TABİP!.. 

Aşiyan-i mürg-i dil zülf-i perişanındadır 
Kanda olsam ey peri gönlüm senin yanındadır 

Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib 
Kılma derman kim helakim zehri dermanındadır 

Çekme damen naz edip üftadelerden vehm kıl 
Göklere açılmasın eller ki damanındadır 

Bes ki hicranındadır hasiyyet-i kat'-i hayat 
Ol hayat ehline hayranem ki hicranındadır 

Ey Fuzuli şem'-veş mutlak açılmaz yanmadan 
Tablar kim sünbül rişte-i canındadır 

GAZELİN AÇIKLAMASI 

Gönül kuşum dağınık saçların arasında yuva kurdu ey sevgili!.. Artı nerde olursam olayım veya iki elim kanda da olsa gönlüm senin yanındadır. 

Aşk derdiyle başım pek hoş benim ey tabib, bırak bana ilaç vermeyi. Bana derman vermeye ki, senin dermenın beni helak edecek zehrin ta kendisidir. 

Ey sevgili naz edip düşkün aşıklardan eteğini çekme. Eteğine yapışan ellerin (sen eteğini çevirince) göklere açılmasından (dua eder gibi) sakın!.. 

Senin ayrılığında, hayatı sona erdirme özelliği gizlidir, ayrılığın ölüm demektir. Senden ayrı düşüp de hala yaşayanlara hayranım. 

Ey Fuzuli! Sevgilini saçının büklümü sen can ipliğine bağlıdır. Sen mum gibi yanmadan o büklümler açılıvermez. 


SONSUZLUK ÜLKESİNE DOĞRU 

Baka mülkün dilersen varını yok eyle dünya teg 
Etek çek gördüğünden afitab-i alem-ara teg 

Ta'ulluk zulmetin tercidi hurşidine kıl matla' 
Eger alemde bir gün görmek istersen Mesiha teg 

Yeter tavus teg 'ucb kıl arayiş-i suret 
Vücudundan geçib alemde bir ad eyle Anka teg 

Güher teg kılma tağir-i tabiat delseler bağrın 
Karar et her hevadan olma şur-engiz derya teg 

Fuzuli kainat esbabının kıldın temaşasın 
Nedametsiz tena 'um yok tasarufsuz temaşa teg 

GAZELİN AÇIKLAMASI 

Sonsuzluk yurduna varayım diyorsan eğer, varlığını yok eyle, tıpkı dünya gibi! Her gün dünyayı süsleyen güneş misali, çek eteğini gördüklerinden... 

Eğer bu dünyada Hz. İsa gibi bir gün görmek istersen, dünya ilgilerinin zulmetini soyutlanmışlık güneşinin doğduğu bir yer eyle!.. 

Tavus gibi kabarıp dış görüşünü süslemen daha yetmeyecek mi? Varlığından sıyrılıp şu dünyada Anka kuşu gibi bir ad bırakmaya bak!.. 

Bağrını inci gibi del.ip zorlasalar da, yaradılışını değiştirme! Bir hal üzre karar kıl da deniz gibi hemen her rüzgârda (veya heveslerinin peşinde) dalgalanıverme. 

Ey Fuzuli! Dünyanın her türlü gidişatını, zevkini, sefasını, derdini, kaderini seyrettim sonuç şu: Dünyada tasarrufsuz seyir gibi sonu pişmanlığa çıkmaya bir nimet yok. 


SEVGİLİNİN AĞZINDAKİ SIR... 

Bilmez idim bilmek ağzın sırrını düşvar imiş 
Ağzını derlerdi yok dediklerince var imiş 

Aciz olmuş yıkmağa ahıyla kuhu Kuh-ken 
N'eylesin miskin anun aşkı hem ol mikdar imiş 

Taşa çekmiş halk için Ferhad Şirin suretin 
Arz kılmış halka mahbubun aceb bi-'ar imiş 

Ömrlerdir eylerim ahval-i dünya imtihan 
Nakd-i ömr ü hasıl-i dünya heman bir yar imiş 

Dün Fuzuli arızın görgeç revan tapşırdı can 
Laf edip derdi ki canın var emanet-dar imiş 

GAZELİN AÇIKLAMASI 

Bilmiyordum ağzındaki sırrı bilmenin güç olduğunu. Ağzın için yok diyorlardı, dedikleri kadar var imiş meğer... 

Ateşli ahı dağı eritmekten aciz kalmış dağ eri Ferhat'ın. Ne yapsın miskin, işte o kadar imiş onun da aşkı. 

Kabe ziyareti için ihrama bel bağladı dediler sofu için; araştırdım, meğer onun beline bağladığı papaz kuşağı imiş, ihram değil. (Dış görünüş yetmiyor içi kurtarmaya. ) 

Varımı yok ettim, sevgilinin yüzüne öykünerek. Ebedi zevk dedikleri şey, sevgilinin yüzünü görmekmiş meğer!.. 

Yanağını görünce dün senin ey sevgili, Fuzuli can verdi hemen ''Canım var, '' deyip dururdu, meğer bir emanetçiymiş.. 



SEVGİLİNİN AYAK UCUNDA BİR GölGE... 

Kıldı zülfün teg perişan halimi halin senin 
Bir gün ey bi-derd sormazsın nedir halin senin 

Gitdi başından gönül ol serv kaddin sayesi 
Ağla kim idabara tebdil oldu ikbalin senin 

Zinet için cism divarında etmezdim yerin 
Çekmeseydi aşk levh-i cana timsalin senin 

Dam-gah-ı aşkdan tut bir kenar ey mürg-i dil 
Sınmadan seng-i melametden per ü balin senin 

Saye-veş çoktan Fuzuli hak-i kuyun yastadır 
Ol ümid ile ki bir gün ola pamalin senin 

GAZELİN AÇIKLAMASI 

Ey âşıklarını dert edinmeyen sevgili! Senin bu umursamaz tavrın halimi perişan eyledi. Bir gün olsun ''Ne haldesin? '' diye sormuyorsun ya asıl dert bu. 

Ey gönül! O servi boylu sevgilinin himayesi üzerinden gitti. Artık ağlama vaktidir, çünkü yükselmen, alçalmağa (talihin talihsizliğine) döndü. 

Ey sevgili! Aşk ta ezel gününde can levhasına senin suretini çizmeseydi, beden duvarını süslemek üzere sana itibar etmez, oraya seni desenlemezdi. 

Ey gönül kuşu! Ayıplama ayıplama taşı ile kolun kanadın kırılmadan evvel aşk tuzağından kurtulmaya bak. 

Zavallı Fuzuli, bir gün gelir de sevgilinin ayağının altına serilirim diye, hayli zamandır senin semtinin toprağın gölge gibi uzanmış kalmıştır. 




CAN VERİP ŞAN ALDIK... 

Yar rahm etti meğer nale vü efganımıza 
Ki kadem bastı bugün külbe-i ahzanımıza 

Eşk baranı meğer kıldı meded kim nageh 
Bitti bu şah-ı gül-i taze gülistanımıza 

Bu visale yuhu ahvali demek mümkün idi 
Eğer olsaydı yuhu dide-i giryanımıza 

Yar mihmanımız oldu gelin ey can u gönül 
Kılalım sarf nemiz var ise mihmanımıza 

Dilberin cana imiş kasdı Fuzuli gel kim 
Can verip dilbere mihnet koyalım canımıza 

GAZELİN AÇIKLAMASI 

Sevgili çığlık ve inleyişlerize acımış olsa gerek ki bugün hüzünler içinde yaşadığımız kulübemizi teşrif etti. 

Gözyaşı yağmurları imdadımıza yetişmiş olmalı ki, şu taze gül fidanı sevgili, ansızın gülistanımızda bitiverdi. 

Bu kavuşmaya bir rüya demek mümkün idi... Eğer ağlayan gözlerimize uyku giriyor olsaydı... 

Sevgili evimizi teşrif etti ey can ve gönül! Gelin, neyimiz var ise konuğumuza harcayıp onu ağırlayalım, uğruna canımızı ve gönlümüzü verelim. 

Ey Fuzuli! Dilberinin geliş sebebi can almakmış meğer. Canımıza minnet!... Şimdi dilbere can verip şan alalım.

 
 
  Bugün 22131 ziyaretçi (48866 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol