haberciburda
  Atilla İlhan
 

 

Atilla İlhan


                      1925’te Izmir’in Menemen ilçesinde dogdu.Istanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki yüksek ögrenimini yarida birakti, gazete ve dergilerde çalisti. Demokrat Izmir Gazetesi Genel Yayin Müdürlügü ve Basyazarligindan Ankara’da Bilgi Yayinevi Danismanligina geldi (1973-1980). Senaryolarinda Ali Kaptanoglu adini kullandi. Belli basli filmleri: Yalnizlar Rihtimi (Lütfi Akad), Atesten Damlalar (Memduh Ün), Rifat Diye Biri (Ertem Gönenç), Soför Nebahat (Metin Erksan), Devlerin Öfkesi (Nevzat Pesen), Ver Elini Istanbul (Aydin Arakon). 

11 Ekim 2005 tarihinde Istanbul'da yasamini yitirdi.. 



KIMI SEVSEM SENSIN

 

kimi sevsem sensin / hayret

sevgi hepsini nasıl değiştiriyor

gözleri maviyken yaprak yeşili

senin sesinle konuşuyor elbet

yarim bakışları o kadar tehlikeli

senin sigaranı senin gibi içiyor

kimi sevsem sensin / hayret

senden nedense vazgeçilemiyor

 

her şeyi terk ettim / ne aşk ne şehvet

sarışın başladığım esmer bitiyor

anlaşılmaz yüzü koyu gölgeli

dudakları keskin kırmızı jilet

bir belaya çattık / nasıl bitirmeli

gitar kımıldadı mı zaman deliniyor

kimi sevsem sensin / hayret

kapıların kapalı girilemiyor

 

kimi sevsem sensin / senden ibaret

hepsini senin adınla çağırıyorum

arkamdan şımarık gülüşüyorlar

getirdikleri yağmur / sende unuttuğum

hani o sımsıcak iri çekirdekli

senin gibi vahşi öpüşüyorlar

kimi sevsem sensin / hayret

in misin cin misin anlamıyorum

 

BEN SANA MECBURUM

 

Ben sana mecburum bilemezsin

Adını mıh gibi aklımda tutuyorum

Büyüdükçe büyüyor gözlerin

Ben sana mecburum bilemezsin

İçimi seninle ısıtıyorum.

 

Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor

Bu şehir o eski İstanbul mudur

Karanlıkta bulutlar parçalanıyor

Sokak lambaları birden yanıyor

Kaldırımlarda yağmur kokusu

Ben sana mecburum sen yoksun.

 

Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur

İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur

Tutsak ustura ağzında yaşamaktan

Kimi zaman ellerini kırar tutkusu

Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından

Hangi kapıyı çalsa kimi zaman

Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

 

Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor

Eski zamanlardan bir cuma çalıyor

Durup köşe başında deliksiz dinlesem

Sana kullanılmamış bir gök getirsem

Haftalar ellerimde ufalanıyor

Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem

Ben sana mecburum sen yoksun.

 

Belki haziran da mavi benekli çocuksun

Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor

Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden

Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun

Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor

Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin

Kötü rüzgar saçlarını götürüyor

 

Ne vakit bir yaşamak düşünsem

Bu kurtlar sofrasında belki zor

Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden

Ne vakit bir yaşamak düşünsem

Sus deyip adınla başlıyorum

İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin

Hayır başka türlü olmayacak

Ben sana mecburum bilemezsin.

 

ELDE VAR HÜZÜN

 

Söyleşir

Evvelce biz bu tenhalarda

Ziyade gülüşürdük

Pır pır yaldızlanırdı kanatları kahkaha Kuşlarının

Ne meseller söylerdi mercan köz nargileler

Zamanlar değişti

Ayrılık girdi araya

Hicrana düştük bugün

 

Ah nerde gençliğimiz

Sahilde savruluşları başıboş dalgaların

Yeri göğü çınlatan tumturaklı gazeller

Elde var hüzün

 

O şehrâyin fakat çıkar mı akıldan

Çarkıfeleklerin renk renk geceye dağılması

Sırılsıklam âşık incesaz

Kadehlerin mehtaba kaldırılması

Adeta düğün

Hayat zamanda iz bırakmaz

Bir boşluğa düşersin bir boşluktan

Birikip yeniden sıçramak için

Elde var hüzün

 

RÜZGAR GÜLÜ

 

Önümden çekilirsen İstanbul görünecek

Nerede olduğumu bileceğim

Sisler utanacak eğilecek

Ağzının ucundan öpeceğim

Saçına kalbimi takacağım

Avcunda bir şiir büyüyecek

Nerede olduğumu bileceğim

 

Bu çıplak geceler yok mu

Bu plak böyle ağlamıyor mu

Camları kırmak işten değil

Delirecek miyim neyim

Kirpiklerimden mısra dökülüyor

Kenya'da simsiyah yalnızım

Yoksul bir şilepte gemiciyim

Malezya'da yük bekliyorum

Önümden çekilirsen İstanbul görünecek

Nerede olduğumu bileceğim

 

Gözlerini söndürme muhtacım

Ben senin aydınlığına muhtacım

Yepyeni bir ilkbahar harcayıp

Bir yaz boğup bir sonbahar harcayıp

Rüzgar gülünü arayacağım

Oran'da Pernanbouc'ta Tombuktu'da

Vinçler yine akşamları indirecekler

Yine karanlığa bulaşacağım

Gözlerin rüzgarda savrulacak

 

İkimiz iki sap buğday olsak

Sen benim olsan, ben senin olsam

Bir gece vakti aklına gelsem

Uykunu tutsam bırakmasam

Seni kucaklasam, kucaklasam

Birbirimizin kalbini dinlesek

Dünyanın kalbini dinlesek

Büyük ateşler yaksalar

İki güvercin uçursalar

Nerede olduğumuzu bilsek

 

SANA NE YAPTILAR

 

O sabah mı çıkmıştın, bir gün önce mi

Bir bıçağın ağzında yürür gibiydin

Demirlerin soğukluğu soluk dudaklarında

Gözlerinde karanlığı dar hücrelerin

Seni görür görmez özgürlüğümden utandım

Söyle ne içersin, çay mı kahve mi

Çok değişmişsin birden tanıyamadım.

 

Saçların uzundu, omuzlarına akardı

Gönlümüz şenlenirdi sarışınlığından

Onlar mı kestiler, sen mi kısalttın

Gülerdin, içimize aylar doğardı

Görünmez dağların arkasından

Eski gülümsemeni beyhude aradım

O sabah mı çıkmıştın bir gün önce mi

Çok değişmişsin birden tanıyamadım.

 

Bir çay içer misin, yoksa kahve mi

Kibritim yok, demek cigaraya başladın

Ellerin de titriyor, bir şeyin mi var

Böyle bir kız değildin sen eskiden

Sana ne yaptılar, sana ne yaptılar?

Kirpiklerin ıslanıyor durup dururken

O sabah mı çıkmıştın, bir gün önce mi

Çok değişmişsin birden tanıyamadım.

 

SİSLER BULVARI

 

elinin arkasında güneş duruyordu

aylardan kasımdı üşüyorduk

ağacın biri bulvarda ölüyordu

şehrin camları kaygısız gülüyordu

her köşe başında öpüşüyorduk

 

sisler bulvarı'na akşam çökmüştü

omuzlarımıza çoktan çökmüştü

kesik birer kol gibi yalnızdık

dağlarda ateşler yanmıyordu

deniz fenerleri sönmüştü

birbirimizin gözlerini arıyorduk

 

sisler bulvarı'nda seni kaybettim

sokak lambaları öksürüyordu

yukarıda bulutlar yürüyordu

terkedilmiş bir çocuk gibiydim

dokunsanız ağlayacaktım

yenikapı'da bir tren vardı

 

sisler bulvarı'nda öleceğim

sol kasığımdan vuracaklar

bulvar durağında düşeceğim

gözlüklerim kırılacaklar

sen rüyasını göreceksin

çığlık çığlığa uyanacaksın

sabah kapını çalacaklar

elinden tutup getirecekler

beni görünce taş kesileceksin

ağlamayacaksın! ağlamayacaksın!

 

sisler bulvarı'ndan geçtim sırılsıklamdı

ıslak kaldırımlar parlıyordu

durup dururken gözlerim dalıyordu

bir bardak şarabda kayboluyordum

gece bekçilerine saati soruyordum

evime gitmekten korkuyordum

sisler boğazıma sarılmışlardı

 

bir gemi beni afrika'ya götürecek

ismi bilmiyorum ne olacak

kazablanka'da bir gün kalacağım

sisler bulvarını hatırlayacağım

kırmızı melek şarkısından bir satır

lodos'tan bir satır yağmur'dan iki

senin kirpiklerinden bir satır

simsiyah bir satır hatırlayacağım

seni hatırlatanın çenesini kıracağım

limanda vapur uğuldayacak

 

sisler bulvarı bir gece haykırmıştı

ağaçları yatıyordu yoksuldu

bütün yaprakları sararmıştı

bütün bir sonbahar ağlamıştı

ağlayan sanki istanbul'du

öl desen belki ölecektim

içimde biber gibi bir kahır

bütün şiirlerimi yakacaktım

yalnızlık bana dokunuyordu

 

eğer sisler bulvarı olmasa

eğer bu şehirde bu bulvar olmasa

sabah ezanında yağmur yağmasa

şüphesiz bir delilik yapardım

hiç kimse beni anlayamazdı

on beş sene hüküm giyerdim

dördüncü yılında kaçardım

belki kaçarken vururlardı

 

sisler bulvarı'ndan geçmediğim gün

sisler bulvarı öksüz ben öksüzüm

yağmurun altında yalnızım

ağzım elim yüzüm ıslanıyor

tren düdükleri iç içe giriyorlar

aklımı fikrimi çeliyorlar

aksaray'da ışıklar yanıyor

sisler bulvarı ayaklanıyor

artık kalbimi susturamıyorum

 

NE KADINLAR SEVDİM ZATEN YOKTULAR

 

Ne kadinlar sevdim zaten yoktular

Yagmur giyerlerdi sonbaharla bir.

Azicik oksasam sanki çocuktular,

Biraksam korkudan gözleri sislenir.

Ne kadinlar sevdim zaten yoktular

Böyle bir sevmek görülmemistir.

Hayir, sanmayin ki beni unuttular.

Hala arasira mektuplari gelir.

Gerçek degildiler, birer umuttular

Eski bir sarki, belki bir siir

Ne kadinlar sevdim zaten yoktular.

Yalnizliklarimda elimden tuttular

Uzak fisiltilari içimi ürpertir.

Sanki gökyüzünde birer buluttular,

Nereye kayboldular simdi kim bilir.

Ne kadinlar sevdim zaten yoktular

Böyle bir sevmek görülmemistir.

 

ÜÇÜNCÜ ŞAHSIN ŞİİRİ

 

Gözlerin gözlerime degince,

felaketim olurdu aglardim.

Beni sevmiyordun bilirdim,

bir sevdigin vardi duyardim.

Çöp gibi bir oglan ipince,

hayirsizin biriydi fikrimce.

Ne vakit karsimda görsem,

öldürecegimden korkardim,

felaketim olurdu aglardim.

 

Ne vakit Maçka'dan geçsem,

limanda hep gemiler olurdu.

Agaçlar kus gibi gülerdi,

bir rüzgar aklimi alirdi.

Sessizce bir cigara yakardin,

parmaklarimin ucunu yakardin,

kirpiklerini egerdin bakardin.

Üsürdüm içim ürperirdi,

felaketim olurdu aglardim.

 

Aksamlar bir roman gibi biterdi.

Jezabel kan içinde yatardi.

Limandan bir gemi giderdi,

sen kalkip ona giderdin.

Benzin mum gibi giderdin,

sabaha kadar kalirdin.

Hayirsizin biriydi fikrimce,

güldü mü cenazeye benzerdi.

Hele seni kollarina aldi mi;

felaketim olurdu aglardim.

 

ADIM SONBAHAR

 

nasıl iş bu

her yanına çiçek yağmış

erik ağacının

ışık içinde yüzüyor

neresinden baksan

        gözlerin kamaşır

 

oysa ben akşam olmuşum

yapraklarım dökülüyor

usul usul

        adım sonbahar

 

 

AN GELİR

 

an gelir

paldır küldür yıkılır bulutlar

        gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet

                o eski heyecan ölür

an gelir biter muhabbet

        çalgılar susar heves kalmaz

                şatârâbân ölür

 

şarabın gazabından kork

        çünkü fena kırmızıdır

                kan tutar / tutan ölür

sokaklar kuşatılmış

        karakollar taranır

                yağmurda bir militan ölür

 

an gelir

ömrünün hırsızıdır

        her ölen pişman ölür

                hep yanlış anlaşılmıştır

                        hayalleri yasaklanmış

an gelir şimşek yalar

masmavi dehşetiyle siyaset meydanını

        direkler çatırdar yalnızlıktan

                sehpada pir sultan ölür

 

son umut kırılmıştır

        kaf dağı'nın ardındaki

                ne selam artık ne sabah

                        kimseler bilmez nerdeler

                                namlı masal sevdalıları

evvel zaman içinde

        kalbur saman ölür

kubbelerde uğuldar bâkî

        çeşmelerden akar sinan

                an gelir

                        -lâ ilâhe illallah-

                                kanunî süleyman ölür

 

görünmez bir mezarlıktır zaman

        şairler dolaşır saf saf

                tenhalarında şiir söyleyerek

                        kim duysa / korkudan ölür

-tahrip gücü yüksek-

        saatlı bir bombadır patlar

                an gelir

                        attilâ ilhan ölür

 

 

 

BELÂ ÇİÇEĞİ

 

alsancak garı'na devrildiler

gece garın saati belâ çiçeği

hiçbir şeyin farkında değildiler

kalleş bir titreme aldı erkeği

elleri yırtılmıştı kelepçeliydiler

çantasını karısı taşıyordu

 

hiç kimse tanımıyordu kimdiler

gece garın saati belâ çiçeği

üçüncü mevki bir vagona bindiler

anlaşıldı erkeğin gideceği

bir şeyden vazgeçmiş gibiydiler

bir türlü karısına bakamıyordu

 

ayaküstü birer bafra içtiler

gece garın saati belâ çiçeği

şimdiden bir yalnızlık içindeydiler

karanlık gelmişi geleceği

birdenbire sapsarı kesildiler

vagonlar usul usul kımıldıyordu

 

MUSTAFA KEMAL

 

dağ başını efkâr almış

gümüş dere durmaz ağlar

gözyaşından kana kesmiş gözlerim

ben ağlarım çayır ağlar çimen ağlar

ağlar ağlar cihan ağlar

mızıkalar iniler ırlam ırlam dövülür

altmış üç ilimiz altmış üç yetim

yıllar gelir geçer kuşlar gelir geçer

her geçen seni bizden parça parça götürür

mustafa'm mustafa kemal'im

 

diz dövdüm

gözlerim şavkı aktı sakarya'nın suyuna

sakarya'nın suları nâmın söyleşir

hemşehrim sakarya öksüz sakarya

ankara'dan uçan kuşlar

kemal'im der günler günü çağrışır

kahrolur bulutlara karışır

gök bulut yaşmak bulut

uca dağlar dev boyunlu morca dağlar

divan durmuş bekleşir

mustafa'm mustafa kemal'im

 

nasıl böyle varıp geldin hoşgeldin

çıngı kaymış yalazlanmış gözlerin

şol yüzünde güneş südü sıcaklık

ellerinden öperim mustafa kemal

senin dalın yaprağın biz senin fidanların

biz bunları yapmadık

sen elbette bilirsin bilirsin mustafa kemal

elsiz ayaksız bir yeşil yılan

yaptıklarını yıkıyorlar mustafa kemal

hani bir vakitler kubilay'ı kestiler

çün buyurdun kesenleri astılar

sen uyudun asılanlar dirildi

mustafa'm mustafa kemal'im

 

 

karalar kuşanmış karadeniz akmam diyor

dokunmayın ağlamaktan bıkmam diyor

bu gece kıyamet gecesi bu vapur bandırma vapuru

yattığı yer nur olsun mustafa kemal

ben ölümden korkmam diyor

korkmam diyen dilleri toz oldu toprak oldu

değirmen döndü dolandı yıllar oldu

bir kusur işledik bağışlar mı kimbilir

o bize öğretmedi kazan kaldırmasını

günahı vebali öğretenin boynuna

erdirip oldurana ana avrat sövmesini

yüreğim kırıldı kanım kurudu

var git karadeniz var git başımdan

mızıka çalındı düğün mü sandın

bir yol koyup gideni gelir mi sandın

mustafa'm mustafa kemal'im

 

ankara'nın taşına bak

tut ki baktım uzar gider efkârım

çayır ağlar çimen ağlar ben ağlarım

gözlerimin yaşına bak

ankara kalesi'nde rasattepe'de

bir akça şahan gezer dolanır

yaşın yaşın mezarını aranır

şu dünyanın işine bak

mustafa'm mustafa  kemal'im

 

 

SULTAN-I YEGÂH

 

 

şamdanları donanınca eski zaman sevdalarının

başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın

nemli yumuşaklığı tende denizden gelen âhın

gizemli kanatları ruhta ölüm karanlığının

başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın

 

yansıyan yaslı gülüşmelerdir karasevdalı suda

bülbüller kırılır umutsuzluktan yalnızlık korusunda

eylem dağılmış gönül tenha çalgılar kış uykusunda

ölümün tartışılmazlığı nihayet anlaşılsa da

başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın

 

 

bir başkasının yaşantısıdır dönüp arkamıza baksak

çünkü yaşadıklarımız başkasının yargısına tutsak

su yasak rüzgâr yasak açık kapılar yasak

belki bu karanlıkta yasakları yasaklasak

başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın

 

 

CİNAYET SAATİ

 

haliç'te bir vapuru vurdular dört kişi

demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu

dört bıçak çekip vurdular dört kişi

yemyeşil bir ay gökte dağılıyordu

 

deli cafer ismail tayfur ve şaşı

maktulün onbeş yıllık arkadaşı

üçü kamarot öteki aşçıbaşı

dört bıçak çekip vurdular dört kişi

 

cinayeti kör bir kayıkçı gördü

ben gördüm kulaklarım gördü

vapur kudurdu kuduz gibi böğürdü

hiç biriniz orada yoktunuz

 

demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu

on üç damla gözyaşını saydım

allahına kitabına sövüp saydım

şafak nabız gibi atıyordu

sarhoştum kasımpaşa'daydım

hiç biriniz orada yoktunuz

 

haliç'te bir vapuru vurdular dört kişi

polis kaatilleri arıyordu

deli cafer ismail tayfur ve şaşı

üzerime yüklediler bu işi

sarhoştum kasımpaşa'daydım

vapuru onlar vurdu ben vurmadım

cinayeti kör bir kayıkçı gördü

 

ben vursam kendimi vuracaktım

 

 

YAĞMUR KAÇAĞI

 

elimden tut yoksa düşeceğim

yoksa bir bir yıldızlar düşecek

eğer şairsem beni tanırsan

yağmurdan korktuğumu bilirsen

gözlerim aklına gelirse

elimden tut yoksa düşeceğim

yağmur beni  götürecek yoksa beni

 

 

geceleri bir çarpıntı duyarsan

telâş telâş yağmurdan kaçıyorum

sarayburnu'ndan geçiyorum

akşamsa  eylül'se ıslanmışsam

beni görsen belki anlayamazsın

içlenir gizli gizli ağlarsın

eğer ben yalnızsam yanılmışsam

elimden tut yoksa düşeceğim

yağmur beni götürecek yoksa beni


 
  Bugün 22121 ziyaretçi (48805 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol